Monday, October 6, 2008
Çok yakında genç meslektaşlarım için kaleme aldığım iki keyifli kitapla sizlerleyim!!!
Hepimizin hayatının büyük bir kısmını iş hayatımız oluşturuyor.Peki gerçekte ne kadar değerlendirebiliyoruz bu uzun zamanımızı alan uğraşımızı?Canım ülkemin genç profesyonelleri için çoğunlukla iş iştir ve kapıdan çıktığınız an biter. Oysa ki genç meslektaşlarla paylaşacak ne çok deneyim var...Neden mi bahsediyorum? Bilgi birikimini paylaşmaktan. Tüm bildiklerimi paylaşırsam beni ayrıcalıklı kılan ne olacak korkularını yenmekten ve bu yenilgiden yeni vazgeçilmez gurular vücud edebilmekten bahsediyorum.Bu blogta paylaşım asıl amaç olacak.Sadece iş hayatı değil, hayatın içinde ne varsa; iş,eş, seçimler, yönetim,kendini yönetim, çevreni ve tüm ilişkilerini yönetim, kadın, erkek, doğru, yanlış...
Hepimizin kalemine kuvvet...
USTA KALEM’DEN, KISKADAN HİSSELER…
Eski bir yazım ama anafikir çok güzel sizlerle paylaşmak istedim:)
Bu hafta sevgililer günü hasebiyle hemen hemen tüm yazılar, yorumlar, düşünceler; sevgi, aşk, mutluluk, hayaller…ve bilimum güzelcik duyfgular üzerinde yorumlandı.
Bu güzide günün yararlarından çok okuduğum birkaç yazıyı paylaşmak istedim sizlerle.Aslında konu aynıydı sevgililer günü ve sevgi… Ancak konuya bir başlangıçtı sadece bu tema asıl aktarılmak istenen içte kalan duygular ve biraz sitemlerin canlandığı tümceler.
Bu hafta, Hıncal Uluç abimizin köşesine göz attınız mı bilmiyorum. Ama eğer kaçırdıysanız benim yazdıklarımla yetinmemenizi tavsiye ederim. Köşede aktarılan, sevgililer gününe hitaf, aslında asıl tema Hıncal Uluç’un anne ve babası arasında yaşanmış unutulmaz ve anlamlı aşk hikayesi. Belki hepimize kendi anne ve babamızın yaşadığı aşk daha unutulmaz, destansı ve ölümsüz gelir ama anlatım , aktarım her zaman çok daha ön plana çıkar. Bu hikayede de baş kahramanlar bellki sevgilerini tüm güçlü duygularıyla yaşamış hatta yaşamakla kalmamış çocuklarıyla güçlendirmişler. Hatta sağlıklı ilişkilerini ayrımsamak için içinde bulunmak, tanık olmakta gerekmiyor, ürün ortada düşünceyi ve düşünceleri paylaşmayı seven bir de evlat yetiştirmişler ki hepimize ulaşmış güzel fikirleri. Hikayeye başladığınızda sonunun yine ölümsüzlükle noktalandığının tadına varmak uzun sürmüyor ama….
Bu yazıyı okuduğunuz da sadece sıradan bir sevgililer günü yazısı olmadığını da farkediyorsunuz kısa süre sonra. Hıncal abi, konuyu kendi ismine getiriveriyor büyük bir ustalıkla ve biraz önce yaşadıkları aşkı gözünüzde canlandırıp özelleştirdiğiniz insanın yani babasının kendi ismini koymuş olduğu belirtiyor. Babası ile annesinin izdivaçlarında aracı olan aile dostunun ismi Öcal. Önce abisine bu isim koyuluyor babası tarafından sonra da kendi deyimiyle ‘- Kafiyeli olsun diye…’ Hıncal konuluyor ismi. İşte bazen hepimizin nasıl bir isim diye düşündüğü ismin, hatıra yüklü bir o kadar masum koyuluş nedeni.
Bu yazının beni en çok etkilediği nokta; sevgiden başlayıp, önyargıya sonra biraz siteme bulayıp sonra sizi yine anlayış ve sevgi kıyılarına bırakması.
Hepimiz günlük hayatımızda bunu yapıyoruz. Gereksiz ve bazen gaddarca ön yargılı yaklaşıyoruz. Ama karşımızdaki insanı şu an var edenin, anıları olduğunu ve bu anılara sonsuza kadar saygı göstermek zorunda ve gerekliliğinde olduğumuz gerçeğinden uzaklaşıyoruz.
Taa ki; bir usta kalem bize bu gerçeği tekrar hatırlatıp, insan duygularının, uğruna hediyeler alıp günler kutladığımız sevginin aslında ne kadar ince duygularla dokunduğunu ve bu sevgi denen paylaşımında yine aynı incelikle korunması zor bir emanet olduğunu hatırlatana kadar….
Sanırım günlere sığdırmaktansa korumanın tercih edildiği sevgiler yaşamak en güzeli.
Emine YETKİNER
Bu hafta sevgililer günü hasebiyle hemen hemen tüm yazılar, yorumlar, düşünceler; sevgi, aşk, mutluluk, hayaller…ve bilimum güzelcik duyfgular üzerinde yorumlandı.
Bu güzide günün yararlarından çok okuduğum birkaç yazıyı paylaşmak istedim sizlerle.Aslında konu aynıydı sevgililer günü ve sevgi… Ancak konuya bir başlangıçtı sadece bu tema asıl aktarılmak istenen içte kalan duygular ve biraz sitemlerin canlandığı tümceler.
Bu hafta, Hıncal Uluç abimizin köşesine göz attınız mı bilmiyorum. Ama eğer kaçırdıysanız benim yazdıklarımla yetinmemenizi tavsiye ederim. Köşede aktarılan, sevgililer gününe hitaf, aslında asıl tema Hıncal Uluç’un anne ve babası arasında yaşanmış unutulmaz ve anlamlı aşk hikayesi. Belki hepimize kendi anne ve babamızın yaşadığı aşk daha unutulmaz, destansı ve ölümsüz gelir ama anlatım , aktarım her zaman çok daha ön plana çıkar. Bu hikayede de baş kahramanlar bellki sevgilerini tüm güçlü duygularıyla yaşamış hatta yaşamakla kalmamış çocuklarıyla güçlendirmişler. Hatta sağlıklı ilişkilerini ayrımsamak için içinde bulunmak, tanık olmakta gerekmiyor, ürün ortada düşünceyi ve düşünceleri paylaşmayı seven bir de evlat yetiştirmişler ki hepimize ulaşmış güzel fikirleri. Hikayeye başladığınızda sonunun yine ölümsüzlükle noktalandığının tadına varmak uzun sürmüyor ama….
Bu yazıyı okuduğunuz da sadece sıradan bir sevgililer günü yazısı olmadığını da farkediyorsunuz kısa süre sonra. Hıncal abi, konuyu kendi ismine getiriveriyor büyük bir ustalıkla ve biraz önce yaşadıkları aşkı gözünüzde canlandırıp özelleştirdiğiniz insanın yani babasının kendi ismini koymuş olduğu belirtiyor. Babası ile annesinin izdivaçlarında aracı olan aile dostunun ismi Öcal. Önce abisine bu isim koyuluyor babası tarafından sonra da kendi deyimiyle ‘- Kafiyeli olsun diye…’ Hıncal konuluyor ismi. İşte bazen hepimizin nasıl bir isim diye düşündüğü ismin, hatıra yüklü bir o kadar masum koyuluş nedeni.
Bu yazının beni en çok etkilediği nokta; sevgiden başlayıp, önyargıya sonra biraz siteme bulayıp sonra sizi yine anlayış ve sevgi kıyılarına bırakması.
Hepimiz günlük hayatımızda bunu yapıyoruz. Gereksiz ve bazen gaddarca ön yargılı yaklaşıyoruz. Ama karşımızdaki insanı şu an var edenin, anıları olduğunu ve bu anılara sonsuza kadar saygı göstermek zorunda ve gerekliliğinde olduğumuz gerçeğinden uzaklaşıyoruz.
Taa ki; bir usta kalem bize bu gerçeği tekrar hatırlatıp, insan duygularının, uğruna hediyeler alıp günler kutladığımız sevginin aslında ne kadar ince duygularla dokunduğunu ve bu sevgi denen paylaşımında yine aynı incelikle korunması zor bir emanet olduğunu hatırlatana kadar….
Sanırım günlere sığdırmaktansa korumanın tercih edildiği sevgiler yaşamak en güzeli.
Emine YETKİNER
SEÇİM SİZİN
Diyelim herşey güllük gülistanlık…. Yine de halimize şükreder miydiniz?
Hiç sanmam.
İnsanoğluna genelde hayatla ilgili birkaç fırsat verilir ve bu fırsatları değerlendirme yeteneği. -Bana böyle bir fırsat verilmedi!!! demeyin; kesin, ömrü hayatınızda sizi de zaman zaman bu tür fırsatlar takip etmiştir -hatta bazen ısrarla takip etmiştir- ama siz çoğu zaman başa çıkamayacağınızı düşünerek izinizi kaybettirmeyi yeğlemişsinizdir.
Bu tür plansız programsız fırsatları hayatımızın özel anlarından çalmaya gelen birer hırsız gibi görürüz ve bir anda –çoğunlukla hiç düşünmeden- arkamızı dönüp hızla uzaklaşmayı mantık biliriz. Fırsat, hırsız olmuştur; siz, çaresiz kurban… Bir miktar kovalar sizi. Sonra zararsız olduğunu anladığınızda, çok geçtir artık, arkasından bakıp ağlamak düşer size.
Yerine yetindikleriniz; sizin seçimleriniz olurverir bir anda. Bir süre bu seçimleri ayakta tutmaya çabalarsınız. Hani hırsınız yeterli olur kaçırdıklarınızı yerine getirmek için. Sonra çalış,didin…. Derken bir bakarsınız başa dönmüşsünüz. Kaçırılan fırsatlara, ah vah zamanıdır şimdi.
Hayır, artık hertürlü fırsata açıksınızdır. Yollarını gözlersiniz fırsatların, balıklama atlayacaksınız bu kez, kararlısınız… Ama olmaz!!! Siz istediğiniz an çıkmaz karşınıza fırsatlar… Bir müdet bu buhran devam eder, etkiler hayatınızı.Kendi teşhisiniz imdadınıza yetişir; evet,evet… Basiretiniz bağlanmıştır artık.
Ümit tükenmeye, gerçeklerle yüz yüze gelinmeye başlandığı andan itibaren, olan durumu kabullenme eğiliminiz ağır basar. Ne de olsa hayat yıpratmıştır sizi. Artık uğraşamazsınız boş dünya işleriyle…
Zaten fırsatlarda kovalamaz olmuştur sizi. Eeee… olana bakacaksın her zaman…
-‘Sende ne yaptın yahu… Olayı dramatikleştirdin.’ demeyin.
Depresyon çağımızın olağanı artık ve hemen hergün hepimizin zihninden bu tür buhranlar geçmiyor değil. Yoğunluğu fazla olmadığı sürece aslında yararlı da. Her ne kadar olumsuz duygular gibi görünsede, düşünmek; özellikle olanı olmayını zihinde tahlil etmek, sizi gelecek için hazır kılar. Yaş tahtaya basmamayı, fırsatları değerlendirip, size yararlı olanı rahatlıkla diğerlerinden ayırmayı öğretir.
Üstelik öğrenme süreci de, öyle çok uzun değildir. Bir, bilemeden iki fırsat kaçırınca üçüncü için tetikte olmak gerektiğini çok çabuk kavrıyor insan.
Hem, yazımın başında sormuştum ya hani; ‘-Herşeyiniz mükemmel olsaydı, yine de şükredermiydiniz?’ diye. Birkaç fırsat kaçıranların cevaba başlangıç sözcüklerini duyar gibi oluyorum; ‘Şu an da herşey iyi ama….’
Bir fırsat daha bekliyorsun değil mi? İnsanların fırsat diye değerlendirdikleri, bitbek tükenmek bilmez beklentileri olmasaydı, hayat çekilir olurmuydu sanki.
Tüm bu düşünceler ışığında vardığımız nokta –en azından benim için böyle- ;
Beklentiler fırsatları doğurur, birkaç fırsat kaçırmış olmak tekrar kaçanlarla karşılaşmayacağınız anlamına gelmez. Ya oturun bekleyin ya da; bırakın kovalanmayı, birazda siz fırsatları kovalamayı öğrenin. Seçim sizin.
EMİNE YETKİNER
MEDYA PORTAKALI
‘Medya dediğin, tek dişi kalmış canavar!?’ diyerek kendini savunma dehası içine girenlere sözüm….
Ben medyayı, portakala benzetiyorum. Gerçekten…. Şu an, ‘-Ne alaka’ diyorsunuz ama tezimi dinleyince anlamlı bulacağınızı düşünüyorum.
Şöyleee…; kabuğundan çabuk ayrılan, içi bol sulu, dolu dolu dilim dolu,vitamin deposu kocaman bir portakal düşünün. Genelde aynı kabuğun içinde var olsalarda, portakal dilimlerinin hiç birinin tadı birbirini tutmaz. Bilirsiniz, bazen bir dilim alırsınız eğer tadı güzelse, diğerlerine geçer ve aynı lezzeti bulamayınca garantör beklettiğiniz lezzetli diliminize geri dönersiniz – en azından ben öyle yapıyorum-
Tabi bu sistem, portakalı soyup baş ucunda dilimleriyle yemeyi tercih edenler için.
Bir de hiç dilimleme zahmetine girmeden sadece yıkayıp kabuğuyla yuvarlak kesimler halinde yemeği tercih edenler vardır. Artık tadlar karışmıştır, aromatikdir, bir diğerinin lezzetini hepsinde bularak, tad endişesi duymadan yersiniz portakalı.
Artık sadede gelme vakti;
Bence medya da, portakal gibi tek tip görünüp aslında içinde binbir lezzeti, farklılığı bulunduran, zaman zaman sulu olmasından yakınılıp aslında ne kadar sulu olursa o kadar tercih sebebi, tek yönden bakılıp dilimlerden oluştuğu kaçırıldığında aynı tadı veren ancak biraz özenle tüm lezzetleri farklı tad ve dokuda bulabileceğiniz, şifa niyetine bir varlık.
Kendi başına bir varlık olmasa, şahsiyet taşımasa, bu kadar itinayla korunmaz, gözetilmez hatta uğrunda denetim organları oluşturulmaz. Ayrıca gözden kaçırmamak gereken bir ayrıntı; tadı ne kadar güzel görünse de – halk arasında bir tabir vardır- içi geçmişse, kaldır çöpe at boyutuna gelir. Kabuğundan arındırıldığında lezzet beklerken, pek çok tatsız süprizle karşılaşabilirsiniz.
Ancak; manavına dikkat ederseniz, size günü kurtarmak için çürük çarık birşeyler satmayacağına emin olursanız, beklentiler kof çıkmaz. Ancak o zaman alan memnun, satan memnundur.
Üstelik işini hakkıyla yapana da biraz olsun destek olur, satışları arttırırsınız. Böylece kim bilir belki de; lezzet yarışması düzenlendiğinde, tüm yılın lezzet ve güzellikleri haklı sebeplerle, hak sahiplerini bulur.
En azından, günümüzde sadece show yaparak medyayı var etmeye çalışanlara, herşeyin alınan ödüllerle belirlenmediğini hatırlatmış oluruz kim bilir?!
Medya portakalının kıymetini bilelim, onu uygun koşullarda tüketmek ve tad almak bizlerin elinde. Emine YETKİNER
HAYATIN ANLAMI İŞTE BU…
Küçük bir insan olarak dünyaya geldiğinde, bu koca dünyada şanslıysan ve seni sevenlerle çevrelenmişse dünyan, anlamaya çalışırsın yaşananları…Herşeyin sana çok yabancı olduğu bu dünyada adım atmak bile gayretle, meşakkatle terletir seni…
Yemek yemek, koşmak, oylamak, sana zarar verebilecek, senden bağımsız nesneleri hatta insanları tanımakla geçerken ömrün…Bir bakarsın o kadar uğraştığın, çaba sarfettiğin ve ilk yaptığında hafızana kazınan onca şey, sıradan günlük yaşantının bir parçası olmuş. Artık hayatın içinde yaşayan, kendinden sorumlu ve öğrendiklerinle yaşayacaklarını birleştirip tercih yapabilen büyük bir insan olmuşsundur. Hayat’da eskisi kadar toleraslı davranmamaya başlar sana, evindeki kadar rahat ve olağan değildir herşey… Dışarıda seni bekleyen o kadar sorun varken, eskisi kadar da keyif vermez hayat… Eskiden oynardın sen, annenin, babanın koltuğu altında es verirdin hayata, severdin, en çokta sevilirdin, sevgi bile acıtmazdı eskiden seni…Küçük insandın o zamanlar büyümemiştin, büyüklüğün altında ezilmemiştin…Oysaki küçük olan şeyler daha çabuk ezilmez mi?Ne tezat değil mi?
Sonra başlarsın sorgulamaya hayatı, ne olduda bu kadar mutsuzsun, seni mutsuz eden bu koca dünyada bavulunu toplayıp yalnızca kendinle başbaşa kalabileceğin biryerlere gidebilsen ne hoş olurdu değil mi? Ama olmaz, o yer varsada sen gidemez, bulamazsın, çıkamazsın bu kısır döngüden, kurtulamazsın… En çok da cevabını asla bulamayacağına olan inancınla, nedir bu hayatın anlamı, neyim ben bu hayatta, kimim sorularına çaresizce cevap ararsın… Bir bilen olsaydı şayet geçmişte kalan, söylerdi anlatırdı, ulaşırdı bize kadar bu sorunun cevabı dersin, ama tatmin olamazsın bu kayıtsızlıktan, hep bir köşe başında seni hayatın anlamıyla çarpıştıracak güce inanır, beklersin….beklersin…
Şanslıysan ve inançlıysan hayatının anlamı karşılar seni bir gün hiç beklemediğin bir anda o köşe başında… Hani filmlerdeki gibi…Kitaplar yere saçılır…Çıkarsın rutin sıkıcı hayattan…. Herşeyini paylaşabileceğin, tekrar o küçük insanken oynadığın oyunlardan sana kalan hazları hatırlatan, işte bu! hayatın anlamı bu dediğin anlar yaşar, unutmamak için hatıra der aklının bir köşesine kazırsın tüm yaşananları…
Ne oldu, hayatının anlamını bulmuştun… Peki bu anlamda mı zamana yenik düştü, rutine bindi yine değil mi herşey, günlük hayatın bir parçası oldu aşkın şimdi, ama sevgi deden o çok güçlü ve güven veren hazzı yaşatmaya başladı sana…Bir şeyler yapmalı, bu hayatın anlmını çözmeli, birşeyler var içinde seni sürekli çağıran, bu sorunun yanıtını bulmaya zorlayan… Ne gariptir hayatımın anlamı dediğin o küçük erkek çocuğuda arayışta şimdi… Şanslısın hayat sana onu verdiği için, herşeyini bilen, hayatını seninle yaşamış kadar seni tanıyan bu küçük adamla bulursunuz belki hayatın anlamını…Ve sonra hiç hesapta yokken, daha çok gençken, gezip görecek, keşfedecek onca güzellik varken, ikinizden küçük bir çocuk dünyaya merhaba diyecektir, haberini aldığınızda inanamadığınız, doğduğunda bu benim mi dediğiniz küçücük bir yürek…
Zamanla bu küçük yürek o kadar içten ve muhtaç tutarki elinizden, onun sıcaklığını duymak, en keyifli gezilerden, arkadaş sohbetlerinden, geleceğe dair o kadar hayalden çok daha önemli, değerli oluverir…
Sonra bir gece onu uyutup usulca üzerini örtüğünde, küçük, aydınlık yüzünde görüverirsin hayatın anlamını…
Allah'ın belkide dünyada bir insana verebileceği en güzel hediye çocuğu... Hayatını o kadar değiştiriyor, hayata o kadar bağlıyor ki,ne pahasına olursa olsun, ne yaşarsan yaşa o küçük varlığın sana muhtaç olduğunu bilmek...
Göreceksin ki herşey boş ve sen bir fanisin ve geleceğe küçük bir tohum bırakıp öyle göçüp gideceksin dünyadan... Devamın olacak, sonsuza kadar iyiliği yaşatacak nice tohumlar...
Hayatın Anlamı Bu İşte... Doğacaksın, doğuracaksın,doğuracaklar… Ve İnsan neslinin devamı böyle akıp giderken, sen de bu kutsal döngüde yerini isimsiz bir melek olarak başkalarına devredecek, Huzurla Gözlerini Kapatacaksın...
Emine Yetkiner
İHTİMAL HESABI
Hiç unutmam birgün çok ilginç bir telefon almıştım. Müşterim mevcut banka kartlarını iptal ettirmek istiyordu, çünkü çok kısa bir süre sonra intihar edeceğini söylüyordu. Önceleri basit bir müşteri tepkisini ifade etmek istediğini düşündüm, ama sonra kısa hikayesini anlattığında kanımım donduğunu hissettim.
Bir yıl kadar önce eşini kaybetmiş ve iki çocuğuyla hayatta bir başına kalmış. Çalışması gerektiğinden küçük çocuklarını işe gittiği saatlerde komşusuna bırakıyormuş. Tabi işkence gibi gelen sorumluluk ve çocuklarına bekledikleri ilgiyi gösterememenin verdiği yetersizlik hissi artık onu o kadar boğar hale gelmiş ki yaşamını sonlandırmaya karar vermiş. Kurban Bayramına denk gelen bir tarih söylemişti yanlış hatırlamıyorsam ve o tarihte, yani eşiyle tanıştığı tarihte intihar edeceğini söylüyordu. Telefonu kapatırken o tarihte gazetelerin ikinci sayfasında intihar haberini okuyabileceğimi söyledi ve kapattı.
Tüm gün boyunca yardımcı olamamanın verdiği buhran ve belki de yalandır-ın verdiği rahatlık arasında gidip geldim. Söylediği tarihi aklımda tutmaya çalıştım ama, neden sonra; unuttum.
Biraz önce intiharın nasıl birşey olduğunu düşünürken ilk aklıma gelen bu yaşadığım kısa enstantaneydi. Bu olayı yazmamın bana bir faydası oldumu ve sıkıntımı giderdimi bilmiyorum. Bildiğim tek şey zaman zaman hepiniz gibi bende bunu düşünüyorum. Çok kuvvetli bir his değil bu ama belki de yığınla üzerine gelen sorumluluklardan bir nebze olsun kaçış,bir soluk alma zamanı, başka ihtimallerde var rahatlaması benimki.
Yani, garip bir his bu intihar etme hissi, isteği. Hayattan sizi ilelebet ayıracak bir kararlılık ve bu kararlılığın verdiği hayata daha sıkı sarılma arzusu. Aslında bilimsel yanını düşündüğünüz de depresyon tanısı için yeterli bir veri ama hayattaki enstantaneleri düşündüğünüzde -ne zorum ve zorunluluğum ve sorunum var ki? -soruları.
Kafa karıştırsa da sormak sorgulamak lazım. Bu hissi de diğer tüm gerekli hisler gibi zaman zaman yaşamak lazım. Çünki insanın seçimleriyle var olduğunu hatırlaması günlük koşuşturmada pek mümkün olmuyor. Arada bir uçlara gidip dönmek lazım.
Gidiş karmaşık olsada dönüş çok daha güçlü oluyor.
Emine Yetkiner
KORKULAR...
İnsan hayatına yön veren en önemli olgu….Yazılmamış tarihin babası, geçmişi, geleceği belirleyen, insanı olduğu yere zincirleyen ve ne oluyor bana, daha doğrusu; neler olamıyor hayatıma dedirten bir numaralı düşman…O kadar yakın ve bütünün o kadar içinde bir parça ki ; elinizi kesip atmak kolaydır, ondan kurtulmaktan.Kendi varettiğiniz şeyleri silip atmak, herzaman size verilenlerden kurtulmaktan daha zor, meşakkatlidir. Ama bu korku zımbırtısı aralarında en çok ayak direten, sizi en çok kumpasa alandır. Sağ gösterir, sol vurur… Eğer üstüne gitmez kaçmaya çalışırsanız, sizi en dar mengenelerin içinde eritmeye yemin eder, büyüdükçe büyür… O büyüdükçe içinizde organlara sığacak yer kalmaz, patlamalara gelirler…Korkularınız kadar varsınız hayatta, onlar kadar yaşar, oalar kadar ölürsünüz… Burda bahsini ettiğim birden fazla ölüm hali, artık sizi iyice köşeye sıkıştırdığında takındığınız fiziksel görüntüdür. Nefesinizin sesi,size bile kaf dağının ardından gelir, göz bebekleri büyür, büyür, ter, kan , kıyamet, bir dikkat, ayaklar her an kaçışa nazır…. Ölüsünüzdür, hayatta, bir ölü ; tabutun kapağı aralık, isterseniz bir hamleyle açarsınız kapağı,dışardasınız işte… ama olmaz, kendi yaptığın cam tabut, tüm korkulardan daha emin ve güvenlidir senin için…Sonrası….Katıla katıla gülmek istediğin, yine de hadi iyilik bende kalsın dediğin zamanlar vardır. Karşındakine anlam yükleme ihtiyacı dahi hissetmezsin. Allah’dan akıl fikir dilersin onun için, sadece. Bir de çevresindekiler için birazcık ilim, irfan, vicdan. Elinden gelen veya gelmesini istediğin budur sadece.Bazen tiksinç gelsede, yine de fikrin tahribatından ve değiştirme özelliğinden korumak için kendini, soyutlarsın. Tavrın belliyse belki kayıpların olur. Ama öbür dünya inancın varsa, bilirsin devir devran döner kaybın kazanca dönüşür. Bu fikirdir seni ayakta tutan. Nefsine zulmedip, insanlığını artıran…Diğerlerine…Bu dünyaya da herşey yolunda gitsin diye gelmiştin zaten. Kumanda edilen herşeyin uygun zaman ve mekanda kendiliğinden, sen hiç zorluk nedir bilmeden olması olağan senin için. Hayatın sıkıntı nedir bilmeden geçecek ve sen ahlaksızlıklarını dolu dizgin devam ettirip hayata dair en ufak bir iz, bir iyilik bırakmadan keyif ve sefana devam edeceksin öyle mi? gülüyorum haline, tavrına konuşmalarına, düşünmeden sadece olanla yetinen aklına, bir de zeki geçinirsin. Senin zeka kibirinden ibaret , boş ahmak zekası. Teknik kapasiten ful; anladıkta; birazda insanı kapasiten olsa ne hoş olurdu. En azından aşık olduğun; kendin için, birşeyler yapmış olurdun….
Emine Yetkiner
Emine Yetkiner
Subscribe to:
Posts (Atom)